Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile TÜBİTAK koordinasyonunda oluşturulan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşı çalışma grupları arasında yer alan Prof. Dr. Nesrin Özören ve ekibi, Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Laboratuvarı’nda yürütülen aşı çalışmalarında hayvan deneyi aşamasına geçti. Özören, aşı geliştirme konusunda gelinen noktayı Anadolu Ajansı’na verdiği söyleşide kamuoyu ile paylaştı. Söyleşiden dikkat çekici başlıkları Boğaziçi’nden Haberler için derledik.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile TÜBİTAK koordinasyonunda Kovid-19 aşı çalışmaları için oluşturulan sekiz araştırma grubu arasında yer alan Prof. Dr. Nesrin Özören ve ekibi laboratuvar ortamında yürüttükleri çalışmaları Anadolu Ajansı’ndan Andaç Hongur ile paylaştı. Nisan ayından bu yana aşı çalışmalarını Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nesrin Özören’in koordinasyonunda sürdüren; Dr. Öğretim Üyesi Tolga Sütlü’nün ve İTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gizem Dinler Doğanay’ın takımlarından oluşan 15 kişilik ekip Boğaziçi Üniversitesi’nde geliştirilen, dünyanın 4 bölgesinde patentli, Türkiye’nin ilk ve tek biyoteknoloji buluşu olan mikrokürecik teknolojisi üzerinden çalışmalarını sürdürüyor. Bu teknoloji aynı zamanda protein yapılarının özelliğinden dolayı bozulmayan aşı teknolojisi olarak biliniyor.
Anadolu Ajansı’nın 29 Ağustos tarihinde paylaştığı haberde Prof. Dr. Nesrin Özören aşı çalışmalarının değişik teknolojilerle yapıldığına değinirken, virüsü hastadan izole ederek saflaştırıp, laboratuvar kültürü ortamında büyütüp, kimyasalla veya radyoaktiviteyle inaktive edip, inaktif aşı yapmanın, en eski ve en kısa yoldan yapılan çalışmalar olduğunu anlattı.
Yeni moleküler biyoloji teknikleriyle rekombinant (rDNA) aşılar devrine geçildiğini vurgulayan Özören, aşı aşamaları hakkında şu bilgileri verdi:
“Bir virüsün veya bir mikrobun insan vücut bağışıklık yanıtını en iyi tetikleyen parçasını sadece çoğalarak, uygun tampon çözelti ve koruyucu gerekirse koruyucuyla birleştirip şişeleme gerekiyor. Biz, hücre deneylerinde o yapılara, ‘Rekombinant proteinler düzgün olmuş mu?’ diye bakıyoruz, gerekirse hücre tabanlı deneylerde ‘Aşılar uygun cevap veriyor mu?’ diye test ediyoruz. Sonraki aşamada öncelikle fare deneyleri söz konusu. Burada da ‘Verdiğimiz aşı, farede bağışıklık yanıtını tetikledi mi?’ sorusunun cevaplanması gerekiyor. İstiyoruz ki fareler hem sağlıklı kalsın deney sürecinde hem de belirli seviyede bağışıklama olsun. Fare deneylerinde olumlu tespitler olursa daha sonra canlı virüsle tekrar etme deneyi yapılıyor. Buna da challenge deneyi deniliyor. Aşıyı uyguluyorsunuz sonra mikrobun canlısını veriyorsunuz. Burada da örneğin korona virüsünü geri verdik ve virüs çoğalamadıysa akciğerde, bu harika bir haber’’.
Özören, klinik öncesi çalışmaların tamamlanmasının ardından insana uygulama yapabilmek için Türk İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumundan prosedürel onay ve etik kurul onayı gerektiğini belirterek, “Türkiye’de Faz-1 deney yapılabilecek 3-4 merkez son yıllarda oluşturuldu.” dedi.
Prof. Dr. Özören, “Bu merkezlerde ekip oluşturup, Faz-1’de 10-15 kişide öncü deney yapılması ve zarar vermediğimize dair bir bulgu olması gerekiyor. Faz-2’de 200-300 insan gönüllü gerekiyor. Genelde sağlıklı insanlardan seçiliyor. Burada da hem dozlar denenebiliyor hem de bağışıklık yanıtı olup olmadığına bakılıyor. Faz-3’te binlerce insanda deneniyor ki hem etkinlik konusunda cevap bulmamız gerekiyor hem zarar vermememiz veya yan etkilerin çok minimal olması gerekiyor. Faz-3 insan deneyinden sonra artık ‘Aşımız var.’ diyebiliyoruz.” değerlendirmesini yaptı.
Nesrin Özören, ASC zerrecikleri ile aşı geliştirip insana uygulanması halinde dünyada ilk uygulamanın Türkiye’den çıkmış olacağını belirterek şöyle devam etti:
“Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Laboratuvarı’nda dünyanın 4 bölgesinde patentli, Türkiye’nin ilk ve tek biyoteknoloji buluşu olan mikrokürecik teknolojisini geliştirmiştik. Bu, protein yapılarının özelliğinden dolayı bozulmayan aşı teknolojisi. Mikrokürecik teknolojisi üzerine koronavirüsünün dış yüzey proteininin parçalarını ekledik ve bunlardan hücreleri patlatarak mikrokürecikleri saflaştırdık. Bu mikrokürecikler fareye zarar vermeyecek tampon çözeltide fare deneyine başlamış bulunuyoruz. Farelerde de enjeksiyon öncesi kan örneği toplanıyor. Daha sonra birinci enjeksiyon sonrası 1 hafta-10 gün sonra örnek toplanıyor. İkinci enjeksiyon yapmayı planlıyoruz, ondan sonra yine kan örneği toplayacağız. Başlamadan önce birinci haftada, ikinci haftada, üçüncü haftada hayvanın immün yanıtı nasıl gelişiyor bunu takip edeceğiz. ASC zerrecikleri ile aşı geliştirip insana uygulanması halinde dünyada ilk uygulama Türkiye’den çıkmış olacak.”
Kontrol grupları olduğunu dile getiren Özören, kullanılan RBD denilen proteinin parçasının İzmir Biyotıp ve Genom Merkezinden Prof. Dr. Mehmet Öztürk ve Prof. Dr. Mehmet İnan tarafından kendilerine gönderildiğini belirterek, “Türkiye’de oluşturulan konsorsiyum çok iyi çalışıyor. Birbirimizle paylaşıyoruz bu tür malzemeleri. Kim öndeyse öbürüne veriyor ki kontrol deneyi yapılabilsin.” ifadelerini kullandı.
Özören, insanın ACE2’sini ifade eden, klinik deneyleri için çok kritik bir transgenik farenin de Türkiye’ye getirildiğine dikkati çekerek, şunları söyledi: “Faz-1’e giderken, insan deneyine başlamadan önceki adımları tek tek yerine getiriyoruz ki herkes bize güvensin, sağlam adımlarla ilerlediğimizi görsün. Çok hevesle, heyecanla genç arkadaşlarımızla burada çalışıyoruz. En sonunda da ACE2 olan fareye virüsün canlısını vereceğimiz deneyi de TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’nde Prof. Dr. Şaban Tekin’in kontrolündeki biyogüvenlik seviyesi 3 ve üzeri laboratuvarda yapmayı planlıyoruz. Onları geçersek de Faz-1’e giderken Türk İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumundan onay alacağız. Bu seneyi klinik öncesi çalışmalarla bitireceğimizi öngörüyoruz ama dosyamızı hazırlayacağız. Faz-1 deneyini Ocak-Şubat gibi yapabilirsek bizim için başarı olmuş olacak. Verdiğimiz proje 12 aylıktı, Nisan’da başladı ve Nisan’da hayvan deneylerini bitirmeyi planlıyorduk. 2-3 ay öncesinden bitirebilirsek bu, bizim için sevinç kaynağı olacak.”
“Türkiye’de 8 aşı grubu ve 10 ilaç grubu olağanüstü gayretle çalışıyor
Yurt dışından büyük şirketlerin daha önce bilinen teknolojilerle daha hızlı yol aldığını, bazı şirketlerin challenge deneyi denilen canlı virüs deneyini ACE-2 farede veya maymunda yapmadan insanda yapmaya başladığını aktaran Özören, “İnsana başlayınca sonra yanında da maymun deneyini yaptılar, eş zamanlı yürüttüler, o yüzden bizden 3-4 ay önce gidiyorlar. Bu bir süreç ve uzun yarış, önce sprint atanlar mı kazanacak maratonun devamını getirenler mi kazanacak hep beraber görmüş olacağız.” dedi.
Özören, “Türkiye’de 8 aşı grubu ve 10 ilaç grubu da olağanüstü gayretle çalışıyor ve inanılmaz şeyler başarıldı. Sabır gerekiyor. ‘Araştırmacılar şimdiye kadar niye virüsü aşıya dönüştüremediler?’ diye düşünülüyor. 9 ayda aşı üretmeye çalışıyor bütün dünya. Bu daha önce olmamış bir şey. Bazı aşılar 8 yılda, bazı aşılar 20 yılda yapıldı. Sıtma aşısı 40 yıldır deneniyor, 2 yıldır Afrika’da uygulanıyor ve hala koruyuculuğu yüzde 40-50. Her virüsün, her patojenin kendine göre zorlukları var. Korona gösterildiği kadar korkunç mutasyonlara henüz uğramadı. ‘Aşılar çalışmayacak, boşuna çalışıyorsunuz.’ deniliyor ama öyle değil çünkü RNA dizisindeki görülen mutasyonların hepsi bozucu aminoasit mutasyonuna dönüşmüyor. Konuşmadan önce biraz moleküler biyoloji bilmek gerekiyor Lütfen insanları aşırı telaşa ve paranoyaya sevk etmesinler.” diye konuştu.
Haberde görüşlerine başvurulan Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Tolga Sütlü ise aşının etkili olup olmadığını değerlendirebilmek için ön çalışmalar yapıldığını, hayvan deneylerinde daha ileri safhalara ve insan deneyleri ile klinik araştırmalara ilerleyebilmesi için aşının etkili olduğuna dair bazı verileri toplamak gerektiğini vurguladı. Aşının prototipinin farelere uygulandığını belirten Sütlü, şunları kaydetti:
“Farelerde oluşacak bağışıklık cevabını takip ediyoruz. ‘Gerçekten bu aşı farelerde virüsü etkisiz hale getirecek antikor ürettirebiliyor mu, ürettiremiyor mu?’ bunu ölçmemiz lazım. Bunu klasik olarak yapmanın yolu, o antikorun olup olmadığına bazı kimyasal testlerle bakmak. Bu, antikorların varlığını gösterse de gerçekten işe yarayıp yaramadıklarını gösteren bir test değil. Biz, antikorların gerçekten çalıştığını, virüsü etkisiz hale getirebildiğini gösterebilmek için yalancı virüs sistemi kurduk, buna ‘dublör virüs’ de diyoruz. Normalde laboratuvarda genetik araştırmalarda kullandığımız bir takım zararsız viral vektörler var. Bu zararsız virüslerin üzerine koronavirüsün hücrelere girmek için kullandığı, koronavirüsün yüzeyinde bulunan spike proteinini yerleştirdik. Bu virüsler, aslında içinde koronavirüse dair hiçbir şey olmamasına rağmen dışarıdan baktığınızda koronavirüse benziyor ve koronavirüs gibi davranıyor, onun enfekte edebileceği hücreleri enfekte ediyor. Antikor test etmek istersek, bu virüsü bu antikorla karıştırıp bu antikorun ya da farelerden aldığımız plazmanın gerçekten bu antikorları içerip içermediğini görebiliyoruz. Bu yalancı virüsü hücrelerin üzerine veriyoruz, normalde enfekte etmesi gerekiyor, ama yanına aşılanmış fareden aldığımız bir plazmayı veya hastalığı atlatmış bir kişiden aldığımız plazmayı koyduğumuzda bu virüsün hücrelere girişinin nötralize olmuş olması gerekiyor.”
Sütlü, sözlerini, “Bunun testlerini yapıyoruz, böylece aşıyı farelere uyguladıktan 2-3 hafta sonra gerçekten işe yarayacak antikor üretip üretmediklerini ölçebileceğiz. Bu testte hastaların kanındaki antikorların aktivitesi de ölçülebilir. Bize sadece antikorun orada olup olmadığını değil, aynı zamanda çalışıp çalışmadığını da gösteriyor.” diye tamamladı.
Kaynak: https://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/prof-dr-nesrin-ozoren-ve-ekibi-kovid-19-asisinda-hayvan-deneyi-asamasina-gecti